-
Ali Lale
Tarih: 07-10-2025 00:02:00
Güncelleme: 07-10-2025 00:02:00
Son dönemde yaşananlar, küresel siyasetin ve gücün ulaştığı noktayı bir kez daha gözler önüne seriyor. Dünya ne kadar itiraz etse, bazı politikaların ve uygulamaların ihmale, aymazlığa dönüştüğü anlar oluyor. Bugün birçok yerde karar mekanizmalarına etki eden güçlerin, halkların kaderi üzerinde belirleyici olduğu görülüyor. Seçimler, atamalar ve dış müdahaleler, bazı toplumların iradesini zayıflatıyor; halkların yükselen itirazlarıysa çoğu zaman göz ardı ediliyor.
Bu tabloda Türkiye’yi ve Müslüman halkları da düşünmeliyiz. Tarih boyunca farklı sınavlarla karşılaşmış bir coğrafyadayız. Depremler, darbeler, ekonomik bunalımlar ve sosyal gerilimler… Bütün bunların tesadüflerden ibaret olup olmadığı sorusu, pek çok insanın zihninde var. Bu tür olayları bir “komplo”ya indirgemek de doğru değil; ancak uluslararası güç dengelerinin ve stratejilerin milletlerin üzerine etkisini görmezden gelmemek gerekir. Eleştirilmesi gereken nokta, insan hayatının, adaletin ve insan haklarının ikinci plana itilmesidir.
Samimi inanç sahiplerinin, toplumun vicdanını temsil eden kişilerin susturulması kaygı vericidir. Bazı yerlerde inanç, kültür ve tarihsel kökler tahrif edilerek, toplumun özünden uzak bir temsil biçimi dayatılıyor. Bu durum, insanların asli haklarını koruma ve adaleti sağlama yönündeki ortak çabaları zayıflatıyor. Zalimlik nereden gelirse gelsin, zulüm yine zulümdür; insanlık ve vicdan sahibi herkesin buna karşı çıkması gerekir.
Elbette bu dünya bir imtihan yeridir. Kur’an ve peygamberler aracılığıyla insanlara rehberlik sunulmuştur; herkes bu rehberlik çerçevesinde sorumlu tutulacaktır. “Bilmiyordum” mazereti kolay bir sığınak olamaz: Bilgi ve yönlendirme varken sorumluluktan kaçmak mümkün değildir. Özgürlük, samimi bir inançla Allah’a yönelmek, vicdanla davranmak ve zulme karşı adil tutumla mümkündür. Dini, kişisel çıkar için alet etmek ise hem ahlaki hem de uhrevi sorumluluklar açısından ağır sonuçlar doğurur.
Uluslararası toplumun ve özellikle etkili aktörlerin tavrı burada belirleyicidir. İnsan haklarının ihlal edildiği durumlarda daha kararlı, daha etik ve daha insan merkezli bir duruş beklenir. Büyük güçler, kendi çıkarlarını güvenceye alırken insan hayatını göz ardı etmemelidir. Hükümetler ve toplumlar olarak bizler de sesimizi yükseltmeli; adalet, hukuk ve insan hakları taleplerimizi tutarlı biçimde savunmalıyız.
Bu mücadele şiddetten değil, hak arama ve dayanışmadan doğmalıdır. Mazlumların yanında durmak; bilgiye, hukuka ve evrensel insan haklarına dayalı bir duruş sergilemektir. İslam’ın ruhu da budur: zulme karşı çıkmak, mazlumu korumak ve adalete hizmet etmektir.
Son olarak, bu mübarek Cuma’da dua edelim: Mazlumlara sabır ve yardım, zalimlere ise ıslah nasip olsun. İnsanlığın vicdani uyanışını temenni edelim; barış, adalet ve merhametin galip gelmesi için çabalayalım. Zulme karşı direnişimiz, insan onurunu ve haklarını savunma irademizle anlam kazanacaktır.
Allah sonumuzu hayır eylesin. Amin.
- Milletimizin inancına kültürüne tarihine ters düşen siyasi anlayış
- Dünyanın çivisi çıkmıştır.
- Küresel Vicdanın Uyanışı: Siyonizm, Filistin ve İnsanlığın Ortak Tepkisi
- ABD ile Yapılan Görüşmeler ve Ticari Anlaşmalar Üzerine Düşünceler
- Dünya Güvende Değil: Filistin’deki Acı ve Evrensel Vicdanın Sınavı
- Vicdanı Hür, İnsanlığın Zirvesindeki Ülkeye: İspanya’ya Selam Olsun
- Kudüs'e Giden Deniz Filosuna Selam Olsun
- Siyonist İdeoloji Üzerine Eleştirel Bir Değerlendirme
- ABD ve İsrail Uluslararası Kamuoyunda dışlanmalıdır.
- Ülkemizin Gidişatı Üzerine Bir Düşünce
- Dünya Düzeni haydudların eline geçti
- Arap ve Müslüman Halklara Sesleniş