Mescitler İslam’ın sembolü, Müslümanların birlik ve beraberliklerinin göstergesi
Bu hafta Cuma sohbetimizin konuğu Diyarbakır Yenişehir ilçe müftüsü Dr. Mehmet Şafi BİLİK. Bilik ile camiler ve din görevliler hatası münasebeti camiler ve din görevlerin toplumumda yeri, önemi, camilerin girme adabı, kadınların camilere girme adabı, din görevlilerin görevleri üzerinde durduk.
Mehmet Zeki Özer
Her yıl 1-7 Ekim tarihleri arasında kutlanan Camiler ve Din Görevlileri Haftası, toplumsal ve manevi hayatımızda camilerin ve din hizmeti sunan görevlilerin (İmam-Hatip, Müezzin-Kayyım, Kur'an Kursu Öğreticisi vb.) önemine dikkat çekmeyi amaçlayan özel bir dönemdir.
Bu haftanın temel önemi ve amaçları şunlardır:
Camilerin Toplumsal Fonksiyonunu Vurgulamak
Cami kelimesi, Arapçada "toplanma yeri" anlamına gelir. Bu hafta, camilerin sadece ibadet mekânı değil, aynı zamanda:
Birlik ve Beraberlik Merkezi: İnsanların bir araya gelerek toplumsal bağlarını güçlendirdiği, ortak bir bilinç oluşturduğu yerler olduğunu hatırlatır.
İlim, İrfan ve Kültür Yuvası: Tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de Kur'an ve Sünnet ışığında eğitim verilen, güzel ahlakın ve milli-manevi değerlerin öğretildiği merkezler olduğunu vurgular.
Sosyal Dayanışma Noktası: Cemaatin birbiriyle dertleştiği, ihtiyaç sahiplerinin gözetildiği, sevgi, kardeşlik ve hoşgörü ikliminin yaşandığı mekanlar olarak camilerin rolünü öne çıkarır.
Din Görevlilerinin Öncü Rolüne Dikkat Çekmek
Din görevlileri, camilerin ve din hizmetlerinin manevi mimarlarıdır. Hafta boyunca, onların toplum içindeki ulvi vazifesi ve önemi anlatılır:
Toplumsal Rehberlik: Din görevlileri, sadece ibadetleri yönetmekle kalmaz; aynı zamanda vatandaşa manevi rehberlik yapan, toplumsal sorunlara çözüm arayan ve iyi örnek olan önderlerdir.
Fedakâr Hizmet: Ülkenin en ücra köşesinden en kalabalık şehrine kadar, gece gündüz demeden büyük bir özveri ile din hizmeti sunan bu kişilerin mesleki saygınlığını artırmayı ve emeklerini takdir etmeyi amaçlar.
Kültür Aktarımı: Dini değerlerin, doğru bilginin ve güzel ahlakın yeni nesillere aktarılmasında kilit rol oynadıklarına işaret edilir.
Farkındalık Oluşturmak ve Kaliteyi Artırmak
Her yıl belirlenen farklı bir tema (örneğin "Cami ve Hayat", "Cami, Çocuk ve Aile" gibi) çerçevesinde düzenlenen etkinlikler ile:
Farkındalık: Toplumun belli kesimlerinin (gençler, kadınlar, engelliler) cami ile ilişkisini güçlendirmeye yönelik farkındalık çalışmaları yapılır.
Hizmet Kalitesi: Din hizmetlerinin kalitesini artırmak, cami fiziki şartlarını iyileştirmek ve toplumsal beklentilere daha iyi cevap verebilmek için çalışmalar yapılır.
Özetle, Camiler ve Din Görevlileri Haftası, camilerin ve din görevlilerinin toplum hayatındaki vazgeçilmez yerini bir kez daha hatırlatmak, vatandaş-cami ilişkisini güçlendirmek ve manevi değerlerimize sahip çıkmak için bir fırsattır
"Mescit" sözcüğü "tevazu ile eğilmek" anlamındaki secde etmek kelimesinden türeyen ve "secde edilen yer" mânâsını ifade eden bir isimdir. Kur"ân-ı Kerîm ve hadislerde Müslümanların ibadet mekânları "mescit" olarak anılmıştır ki, bu adlandırma oldukça manidardır. Zira Allah Resûlü, “Kulun, Rabbine en yakın olduğu an, secde ânıdır.” sözüyle Müslüman"ın ibadetinde secdenin ayrıcalıklı bir yeri olduğunu bildirmiştir. Daha sonraları içinde cuma namazı kılınan ve hutbe okunan daha büyük mescitlere, cemaati bir araya toplayan mânâsında "el-mescidü"l-câmi" denilmiştir. Ülkemizde zamanla, bu tamlamanın "cami" kısmı tek başına kullanılarak yaygınlık kazanmış, "mescit" ismi ise müstakil olmayan, çok daha küçük ibadethanelere has kılınmıştır. İslâm dünyasının geri kalanı ise "mescit" ismini benimsemiş, Müslümanların en kutsal mekânları olarak bilinen Mescid-i Harâm, Mescid-i Aksâ ve Mescid-i Nebevî özel isimleriyle anılmaya devam edilmiştir.
İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem"den bu yana, farklı inançlara mensup olsalar da insanlar her devirde, bir araya gelip topluca ibadet edecekleri kutsal mekânlar belirlemişlerdir. Kur"ân-ı Kerîm"in bildirdiği üzere yeryüzünde insanlar için yapılan ilk mabet "Mescid-i Harâm" olarak bilinen Kâbe"dir. Resûlullah da Mescid-i Harâm"dan sonra yapılan ilk mescidin Mescid-i Aksâ olduğunu haber vermiştir.
İslâm dinini tebliğle görevlendirilen Peygamber Efendimiz ilk zamanlarda Kâbe"nin yakınlarında namaz kılmaktaydı. Evinin bir bölümünü mescit olarak ayıran ilk Müslüman Ammâr b. Yâsir olup, Hz. Ebû Bekir de evinin avlusuna bir mescit yapmıştı. Ancak kişiye özel ibadet mekânları olan bu yerlerde toplu ibadet yapılmıyordu. Mekke döneminde ilk Müslümanlar için tam anlamıyla mescit vazifesi gören bina, Harem bölgesindeki Safâ tepesinde yer alan "Dâru"l-erkam" adıyla meşhur olan Erkam b. Ebu"l-Erkam"ın eviydi. Resûlullah"ın İslâm davetini devam ettirdiği ilk yıllarda inananların toplanma yeri olan, pek çok kişinin Müslüman oluşuna şahitlik eden ve bu özelliklerinden dolayı Dâru"l-İslâm ismiyle de anılan bu evde, Müslümanlar topluca namaz kılmış ve ibadet etmişlerdir.
Kubâ"da dinlendikten sonra Medine"ye varmak üzere tekrar yola çıkan Hz. Peygamber, Sâlim b. Avfoğulları"nın ikamet ettiği yere vardığında cuma namazını, Rânûnâ vadisinde daha önceden var olan bir mescitte kılmıştır. Medine"de mescit yapımı için karar kıldığı alanda ise, Medinelilerden ilk Müslüman olan kimse olduğu kabul edilen Es"ad b. Zürâre tarafından kurulmuş bir mescit vardı. Resûlullah"ın hicretinden önce Es"ad burada Müslümanlara vakit namazları ile cuma namazlarını kıldırıyordu.
Mescitler İslâm"ın sembolü, Müslümanların birlik ve beraberliklerinin göstergesi, onların bir bölgedeki varlık ve hâkimiyetlerinin işaretidir. Resûlullah"ın (sav), bir ordu veya akıncı birliği gönderdiğinde onlara verdiği şu talimat bunu açıkça ortaya koymaktadır: “Orada bir mescit görürseniz ya da ezan sesi işitirseniz (o bölge halkından) kimseye saldırmayınız.”
Birleştirici rolü olan mescitlerin, insanlar arasındaki farklılıkları ortaya koymak, ayrı bir zümre oluşturmak amacıyla inşa edilmesi, Müslümanlar arasındaki kardeşlik anlayışına aykırıdır. Nitekim inananların Hz. Peygamber"in mescidinde bir araya gelerek kenetlenmelerinden rahatsızlık duyan münafıklar bu birliği bozmak, müminler arasına ayrılık sokmak ve onların aleyhinde yapacakları zararlı faaliyetler için merkez oluşturmak amacıyla bir mescit inşa etmişlerdi. Ancak Yüce Allah Kur"ân-ı Kerîm"de "Mescid-i Dırâr" diye anılan bu mescidin hangi niyetlerle kurulduğunu Resûlü"ne bildirmiş ve şöyle buyurmuştu: “Ey Peygamber! Böyle bir yere asla adımını atma. İçine adım atacağın en uygun mescit, daha ilk günden beri, Allah"tan yana takva temeli üstünde yükseltilen mescittir ki, orada arınmak isteğiyle dolup taşan kimseler vardır. Şüphesiz Allah kendini arındıranları sever.”
Peygamber Efendimiz mescide gelmek isteyen kadınlara mâni olunmamasını istemiş, rahatsız olmamaları için mescidin bir kapısını onlara tahsis etmeyi uygun görmüştür. Hz. Ömer de, daha sonra erkeklerin bu kapıdan girmesini yasaklamıştır. Ayrıca namaz kılamayacak durumda olsalar dahi büyük küçük bütün kadınların bayram namazlarında namaz kılınan alanın yanına gelerek bayram coşkusunu ve bereketini paylaşmalarını tavsiye etmiştir.
İslâm dininde sadece Allah için secde edilen, yalnızca O"na dua ve ibadet edilen, özel mekânlar olan mescitler, bizzat Resûlullah tarafından "Allah"ın evleri" olarak anılmış ve böylece her mescit "Allah"ın evi" kabul edilerek Müslüman hayatının merkezine yerleşmiştir. Ancak Allah Teâlâ"nın Kur"ân-ı Kerîm"de ilk mabet olan Kâbe için "evim" ifadesini kullanması sebebiyle, Beytullah (Allah"ın evi) ismi Müslümanların kıblesi olan Kâbe"yle özdeşleşmiştir. Müslümanların kutsal mekânlar olan mescitlere girerken bu bilinçle hareket etmeleri ve mescit içerisinde bulundukları müddetçe mescit âdâbına uygun davranmaları istenmiştir.
İnananlar için en güzel örnek olan Hz. Peygamber, hem hâl ve hareketleri hem de sözleriyle onlara mescit âdâbını öğretmiştir. Yeterli cemaatin olduğu yerlerde mescit yapılmasını emrettikten sonra ibadetgâh olarak belirlenen bu mekânların temiz tutulmasını ve güzel kokularla kokulandırılmasını tavsiye etmiştir. Allah"ın evleri olan mescitleri temiz tutma konusunda sahâbe de oldukça titiz davranmış; hatta İbn Abbâs, yağmurlu bir günde ayaklarıyla mescidi kirletmemeleri için insanların mescide gelmeyip namazlarını bulundukları yerde eda etmelerini istemiştir.
Resûlullah, mescitte bulunduğu sürece müminin vakar ve sükûnetle hareket etmesini gerekli görmüş, bu sükûneti bozacak her türlü söz ve davranıştan ashâbını men etmiştir. Örneğin mescitte kayıp ilânı yapmayı ve alışverişte bulunmayı yasaklamış, cemaate yetişmek niyetiyle bile olsa cami içinde koşuşturmayı uygun bulmamıştır. Peygamber Efendimiz mescitte başkalarını rahatsız etmemenin gereği üzerinde önemle durmuş, “Her kim sarımsak veya soğan yemişse bizden —ya da mescidimizden— uzak dursun ve evinde otursun.” buyurmuştur. Kesici ve delici aletlerle mescide girilmesini hoş görmemiş, bunlarla camiye girme zorunluluğu varsa kimseye zarar vermemek için gerekli tedbirlerin alınmasını istemiştir. Mescitte ibadet ederken bile ölçülü hareket edilmesi gerektiğini bildiren Resûl-i Ekrem, kendisi itikâfta bulunduğu sırada bazı kişilerin yüksek sesle Kur"an okuduklarını işitince, “Dikkat edin! Hepiniz Rabbinize münâcât ediyorsunuz. Birbirinizi rahatsız etmeyin! Kıraatte —ya da namazda— biriniz sesini diğerinden daha fazla yükseltmesin!” buyurarak onları ikaz etmiştir. Dikkatleri dağıtmaması ve rahatsız edici olmaması için kadınların mescide gelirken koku sürünmelerini hoş karşılamamış, cemaatin birlikte, ahatça ibadet etmesi için kadınların erkeklerin arkasında saf tutmalarını uygun görmüştür. Zorunlu durumlarda mescitlerde gecelemek veya istirahat için yatmaktan ashâbını men etmemiş, kendisi de bazı zamanlarda mescitte dinlenmiştir.
Hz. Peygamber, mescitlerin hizmetini gören, ihtiyaçlarını karşılayan kimseleri takdir etmiş, ashâbını bu yönde teşvik etmiştir. Nitekim ilk dönemlerde çok korunaklı olmayan Mescid-i Nebevî"nin gece yağan yağmurla ıslanan zeminini kapatmak üzere, eteğine topladığı çakılları yerlere döşeyen zâta, “Bu (yaptığın) ne kadar güzel!” diyerek memnuniyetini ifade etmiştir. Mescidin temizliğiyle ilgilenen siyahî bir kadının öldüğünü kendisine duyurmayan ashâbına sitem etmiş, kabrini ziyaret edip onun için cenaze namazı kılmak suretiyle mescide hizmet edenlere ne kadar önem verdiğini göstermiştir.
Allah Resûlü mescitler içerisinde Mescid-i Harâm, Mescid-i Nebevî, Mescid-i Aksâ ve Kubâ Mescidi"nin ayrıcalıklı konumda olduğuna, dolayısıyla buralarda ibadet etmenin faziletine işaret etmiştir. Bu mescitlerin, tarihimizde ve kültürümüzde ayrı bir yeri vardır. Bunların farklılığı şüphesiz ki mimarî yapılarından değil, İslâm tarihindeki önceliklerinden kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi Mescid-i Harâm"ın İbrâhim peygambere, Mescid-i Aksâ"nın ise Süleyman peygambere kadar uzanan geçmişi vardır.
Kubâ Mescidi İslâm tarihinin ilk müstakil mâbedidir. Mescid-i Nebevî ise, Müslüman âleminde önemli bir mabet olmanın yanı sıra eşsiz bir ilim ve mâneviyât merkezi olma vasfıyla, kendinden sonraki bütün mescitlere örnek teşkil eden, Allah Resûlü"nün müminlere bıraktığı değerli bir mirastır.
Hz. Peygamber ve onu takip eden İslâm"ın ilk dönemlerinde mescitler, dinî ve sosyal hayatın merkezi olarak ibadet haricinde de kullanılmıştır. Daha yapımı sırasında Medine Mescidi"nde, Suffe Ashâbı olarak bilinen, kendilerini ilme adamış seçkin talebeler için bir yer ayrılmıştır. Mescit içerisinde ilimle meşgul olan kimseleri görünce onları överek yanlarına oturan Allah Resûlü, “Muhakkak ki ben muallim olarak gönderildim.” buyurmuş, böylece eğitim ve öğretime özel bir önem verdiğini göstermiştir. Zaman zaman sahâbenin sorularını mescitte yanıtlamış, kendisine dini öğrenmek üzere gelen bireylere ve gruplara gerekli dinî bilgiyi burada vermiştir. Kendisine gelen âyetleri mescitte okuyup açıklayarak dinin hükümlerini ve inceliklerini öğretmiş; sözleri, vaaz ve hutbeleriyle inanan gönüllere bunları yerleştirmeye çalışmıştır. Ashâbın uygun olduğu vakitleri kollayarak bu zaman dilimlerinde onlara mescitte dersler vermiş, sahâbe de onun bu tavrını devam ettirmişlerdir. Kadınların da mescitte rahatça ilim tahsil edebilmeleri için bir gününü onlara tahsis etmiştir. Ashâb mescide geldiğinde halkalar kurarak Kur"an okumuş, ilmî sohbetlerde bulunmuş ve özellikle de fıkhî konuları onlarla müzakere etmiştir. Mescidin “ilim meclisi” olma özelliği sonraki dönemlerde de devam etmiş, büyük mezhep imamları ve diğer önemli İslâm âlimleri hep bu meclislerde yetişmiş, kendileri de mescitlerde ders halkaları kurmak suretiyle ilmi yaymışlardır. Böylece Hz. Peygamber"in başlattığı ilmî faaliyetler asırlar boyu devam etmiş, mescitler İslâm âleminde canlı ilim merkezleri hâline gelmiştir.
Hz. Peygamber ve sahâbe dönemlerinden günümüze dek cami ve mescitlerin inşası bütün İslâm âleminde önemli görülmüş ve Müslümanlar, nesiller boyu farklı kültür ve medeniyetlerin ürünü olan çok çeşitli mimarî ve sanatsal özelliklere sahip muhteşem camilerle yeryüzünü donatmışlardır. Yeni kurdukları şehirlerde mescidi merkeze alan bir planlama yapmışlar; dinî mimariye önem vererek camilerin, mimarî ve tezyinat bakımından en güzel yapılar olmasına özen göstermişlerdir.
Toplumsal ihtiyaç ve yönetim zorunluluğu sebebiyle önceleri farklı amaçlarla kullanılsa da zaman içinde mescitler sadece ibadet edilen ve dinî ilimler öğretilen yerler hâline getirilmiş; yukarıda sayılan sosyal, siyasal, idarî, askerî ve malî amaçlı kullanımlardan vazgeçilmiştir. Bunları yerine getiren farklı kurumların ortaya çıkmasıyla tabiî olarak mescitlere bu hususlarda gerek kalmamıştır. Osmanlı cami geleneğinde “külliye” kültürünün çekirdeğini oluşturan camiler sadece ibadete ayrılırken, bu muazzam mimarî yapının hemen bitişiğine veya çevresine eğitim ve sosyal hizmet kurumları, hamamlar, misafirhaneler, hastaneler gibi diğer unsurlar da inşa edilerek, camiye gelen insanların diğer ihtiyaçlarının da karşılandığı merkezler oluşturulmuştur. Günümüzde ise, özellikle büyük şehirlerde yapılan camiler aslî işlevine uygun olarak inşa edilmekte, diğer kişisel ve sosyal ihtiyaçlar, camilerin etrafına veya altına yapılan misafirhane ve ticarethane gibi çok amaçlı binalar vasıtasıyla giderilmektedir.
İçerisinde derin bir saygı ve edeple hareket edilmesi gereken mescitler, Allah"ın evleri olduğundan huzur ve sükûnetin kaynağıdır. Kimi zaman hayatın karmaşası içinde insanların nefes almasını sağlayan ve onları mânevî yönden tatmin eden bir rahatlama yeri, kimi zaman çaresizler ve kimsesizler için bir sığınak, kimi zaman da yalnızlıktan bunalan ruhların sosyalleşmesine katkıda bulunan toplumsal bir mekândır. İslâm kardeşliğinin ve birlikteliğin sembolü olan mescitler, bir kişinin ya da zümrenin tekelinde olmadığı gibi, kadın erkek, genç yaşlı her yaştan ve her sınıftan Müslüman"ın rahatlıkla ziyaret edip ibadetlerini eda edebilecekleri yerlerdir.
Not: Yazı “DiB Hadislerle İslam” eserinden istifade edilerek hazırlanmıştır.
Tarih: 03-10-2025